28 Ağustos 2010 Cumartesi

KAHRAMAN KÖPEK BALTO



Alaska, "Nome" de bir kızak köpeği olan Balto, dondurucu soğukta, müthiş bir dayanıklılık sergileyerek, insanlığa hizmette sınırlarını zorluyordu.

1925 senesi Ocak ayında, Alaska’nın kuzeyinde “Nome” denen küçük liman kasabasında ölümcül bir hastalık baş gösterdi. Adı difteri.
Difteri, halk arasında “kuşpalazı” olarak da bilinen, “corynebacterium diphteriae” isimli mikroorganizmanın boğaz, burun,göz ve deride bulunan yaralara yerleşmesiyle ortaya çıkan ve tedavi edilmezse ölümle sonuçlanan bulaşıcı bir hastalıktır. O zamanlarda o bölgede görülmesinin sebebi Alaska’ya yerleşmek için gelen göçmenler ve kaşifler sayesindedir.

Eskimolar difteriye “Beyaz Adam Hastalığı” demektedirler. Alaska’nın kuzeyindeki civar köylere de hızla yayılan bu hastalığa ne yazık ki çocukların bağışıklık sistemi alışık olmadığından, ölümle sonuçlanan vakalarda artış gözlemlenmekteydi.

Doktorlar çözüm arayışı içinde idiler. Bir an önce ve en çabuk şekilde Nome kasabasına serum ulaştırılmalıydı. Liman donmuştu.

Nome kasabasına serum tedarikinin demiryolu ile gelmesi için “Anchorage” kasabası bulunuyordu. Nome’a 1600 km uzaklıkta olan bu kasabadan serumun demiryolu ile gelmesi uzun zaman alacaktı.

Zaman hayati önem taşıyordu. Sadece iki uçak bulunuyordu; olumsuz hava şartları da, yeni olan pilotların bu soğuk ve dondurucu bölgeye ulaşmasını imkansızlaştırıyordu.

Acil çözüm için harekete geçildi. Serumlar önce demiryoluyla Anchorage’den ona yakın olan Nenana bölgesine ve Nenana’dan da kızaklı köpekler yardımıyla 1085 km uzaklıktaki Nome’a ulaştırılacaktı. 150 köpek ve 20 adamdan oluşan ve “Büyük Merhamet Yarışı” diye adlandırılan bu olay 1925 yılında büyük ses getirdi.

Bir bayrak yarışı şeklinde gerçekleşen bu yarışa katılanlar arasında, Norveçli Gunner Kasen ve Husky (Sibirya Kurdu) cinsi köpeği Balto’da bulunuyordu. On üç köpekten oluşan kızak takımında “Balto” köpeklerin lideriydi ve en güçlüsüydü.

27 Ocakta başlayan yardım yarışı planlanandan çok önce 01 Şubat’ta sona erdi ve son 85 km.lik etapta zorlu kar fırtınalarını ve en çetin etapları atlatarak “Balto” nun dayanıklılığı sayesinde doktorlara serumları en önce ulaştırmayı başardılar.
Bu olay Balto’yu halk arasında kahraman köpek yapmıştı. Her yerde gazetelerde ondan bahsediliyordu. Alaska'lı çocuklara can veren bu köpeğe ilgi her geçen gün artıyordu. Ve 1925 yılının Aralık ayına gelindiğinde Husyk cinsi olan Balto’nun, New York City’de Central Park’ın içinde bir heykeli dikildi. Aynı zamanda tüm kızak köpeklerinin anısına büyük bir kalabalık eşliğinde açılan heykelin altında şöyle yazar;

“Dayanıklılık, Sadakat, Zeka”.

Halen New York City’de, Central Park’ın içinde bu meşhur Husyk cinsi “BALTO” nun heykelini görebilirsiniz. Aynı zamanda 1933 yılına kadar yaşayan Balto’ nun Cleveland Doğal Yaşam Müzesinde mumyası da sergilenmektedir.

Balto, bu başarısının ardından ülke genelinde bir çok şehir dolaşmış, sirklerde, panayırlarda, özellikle çocukların ilgisini çekerek boy göstermiştir. Öldükten sonra filmlere konu olmuştur.

Halen Alaska’da her yıl 1600 km lik bir etabı bulunan ve Nome’a kadar devam eden, kızaklı köpek yarışları günümüzde de büyük ilgi görmektedir.

Serkan KASALAR

23 Ağustos 2010 Pazartesi

CEZA KANUNU


"Pallas” adı, tarihe tanıklık etmiş ve birazdan kendisinden çokça söz edeceğim, İzmir’de bir sinemanın ismidir. “Pallas” sineması, 1908 yılında 1.Kordon’da hizmete girdi. İzmir’deki 1922 yangınından kurtulan ender binalardan birisidir. Bu tarihten 1926’ya kadar “Palas” adıyla işletildi.

1926’ da Tayyare Cemiyeti’ne (THK) geçen sinema, 1930 yılında kiralanır ve işletmecisi tarafından ismi “Majik” olarak değiştirilir. Bu isimle 1933 yılına kadar devam eder ve aynı yıl Tayyare Cemiyeti (Türk Hava Kurumu) sinemayı kendisi işletmeye başlar. Artık Tayyare Sineması adıyla anılan mekan, 1940 yılında İzmir Belediyesi’ne satılır. 1968 yılına kadar çeşitli işletmeciler tarafından işletilen sinema, belediye tarafından da aralıklarla tiyatro olarak kullanılır ve en sonunda belediye tarafından bir iş adamına satılır. Kısa bir süre daha sinema olarak faaliyet gösteren bu tarihi mekan, yıkılarak, yerine Tayyare Apartmanı inşa edilir.

İşte yıkılan ve bir zamanlar sinema olan, şimdi ise yerinde Tayyare Apartmanı’nın bulunduğu, İzmir Kordon’da Atatürk Cad. 204 numaralı yerdeki, zamanın “Pallas”ının olduğu bu yapının hemen yanındaki sokağın ismi dikkatleri cezp eder. Sokağın adı “Bedia Muvahhit” sokağı’dır.

Bedia Muvahhit, Notre Dame de Sion’ da eğitim görmüş, Fransızca ve aynı zamanda Rumcaya da hakim, kendisi gibi o da Darülbedayi (konservatuvar) oyuncularından olan Ahmet Muvahhit’in eşidir. İstanbul’da doğan ve babası müddeumumi (savcı) olan, Bedia Muvahhit, Türkiye’nin ilk Müslüman kadın oyuncusudur. (daha önceleri temsillerde genellikle Ermeni kadın oyuncular görev alıyordu.)

Darülbedayi tarihinde ilk kez İstanbul dışında turneye çıkmak için İzmir’i seçer ve 1923 Temmuz sonlarında oyuncular İzmir’e gelirler. Temsil yeri “Palas” sinemasıdır. O sıralarda Atatürk İzmir’dedir. Darülbedayi oyuncuları Muammer Bey’in Uşakkizade köşküne giderek Atatürk’ü ziyaret ederler. Gazi Paşa’yı oyunlarına davet ederler. Olumlu yanıt veren Atatürk, aynı yıl Halide Edip’ten uyarlanarak film haline getirilen “Ateşten Gömlek” filminde izlediği ve çok beğendiği Bedia Hanımı sorar. Ona neden rol verilmediğini öğrenmek ister. Sonunda ekip hemen Gazi Paşa’nın dileğini yerine getirmek için bir Fransız oyunu olan, Ahmet Nuri Sekizinci tarafından adapte edilmiş “Ceza Kanunu” adlı oyunda “Sacide” rolünü Bedia Muhavvit’e verirler. Sahneye devletin izniyle çıkan ilk Müslüman Tük kadını olma sıfatıyla, bir gecede rolüne hazırlanan ve ertesi günü sahne alan Bedia Muhavvit, Gazi Paşa’nın da “Palas” ta izlediği bu oyunda, büyük beğeni kazanır.

Bir vodvil niteliğinde olan “Ceza Kanunu” oyunu, eşini (Sacide), Fransız Piyano Hocası (Caroline) ile aldatan çapkın bir kocayı (Amberi Bey) ve onu savunan Avukatı (Sebati) arasında geçen olayları anlatan eğlenceli bir oyundur.

1993 senesinde belediye tarafından, bu oyunun oynandığı “Palas” ın hemen yanındaki sokağa, “Sahneye Çıkan İlk Türk Müslüman Kadın Sanatçı” sıfatıyla, Bedia Muhavvit’in adı verilir.

İzmir ve ülkemiz için bu önemli namzet ne yazık ki gereken ehemmiyeti geçmişteki nice sanatçılarımız gibi o da görememiştir. Bir çok filmde rol alan ve sahnelerde ömrünü yitiren bu sanatçıya ancak 90’ lı yaşlarına merdiven dayadığı sıralarda yani 1987 yılında Devlet Sanatçısı payesi verildi. O, vefat ettiği 20 Ocak 1994 yılına değin, sahneden karanlığa bir ışık yakan, unutulmaz insanlardan biriydi.

İzmir’de o zamanlar sahnelenen bu oyun bende başka bir his daha uyandırdı. Daha doğrusu ilginç bir merak. Biliriz ki Gazi Paşa İzmir’e geldiğinde Uşşakizade köşkünde kalır. Muammer Bey’lerde. Gazi Paşa’nın eşi, Latife Hanım’ın babası ve kayınpderi namzetiyle. Muammer Bey İzmir’in tanınmış simalarından ve gece alemlerinde boy
göstermişliği olan bir zat. İzmir işgal öncesi meşhur tavernalarında sahne alan Karantinalı Despina ile illegal zevcesi (metres) münasebetiyle epey dedikodusu da bulunur. Palas ‘ta sahnelenen oyunun içeriği de aldatma ve çapkınlıklar olunca acaba diyorum, (bence büyük bir ihtimalle o da izlemiştir.) “Ceza Kanunu” nu izleyenler arasında o da var mıydı ya da neler hissetti. Bir de burada Halit Ziya Uşaklıgil’i de anmadan geçemeyeceğim. Onunda bir müddetlik İzmir de bulunmuşluğu vardır. Hani şu şimdilerde dizilere de konu olan meşhur roman Aşk-ı Memnu’nun yazarı ve Muammer Bey’in de kuzeni. Bu romanda da aşk, entrika, aldatma, aldanma hepsi var. Genetik bir durum olsa gerek ki ikisinde de hem romanlarına hem yaşantılarına işlenmiş durumlar bulunur.

Ey İzmir sen nelere kadirsin, şimdi aklıma "Attila İlhan"’ın o meşhur şiiri geldi :

Bir gül takıpta sevdalı her gece saçlarına
Çıktı mı deprem sanırdın “kara kız” kantosuna
Titreşir kadehler camlar kırılır alkışlardan
Muammer Bey’in gözdesi Karantinalı Despina

Serkan KASALAR

10 Ağustos 2010 Salı

EŞEKLİ ADAM



Eşekli Adam

Zifiri karanlığın içinde kıyıdan yaklaşık iki mil açıkta, Saroz’un keskin rüzgarı yüzlere vuruyordu. Henüz gün ışımamış. Telaşla karışık korku, benizlerde sarı bir renk bırakmıştı. Alışılmadık bir Pazar sabahına tornistan etmiş gemiler sanki bu sonsuz mavilikte kendini sağa sola fırlatır gibi çalkalanıyordu. Saat 03.00 suları. Telaş iyice artmıştı. Kraliyet Donanma Gemilerinden biri olan HMS Ribble’dan filikalara transfer başlamıştı. Ve neler olacağını bilmeden 25 Nisan 1915 Pazar sabahı filikalara doluşan askerler hiç bilmedikleri bir karaya doğru süzülmeye başladılar.

Saat 05.00 suları, Kuzey Plajı hareketlendi. Botlardan karaya atlama yarışı. Kimisi daha bottan atlamadan, kimisi bottan atladıktan birkaç saniye içinde bir daha kalkmamacasına yere düşüyordu. İşte Cehennem. Her yerde kan ve bağarışlar. Ezici bir Türk ateşi. İşte bu hengame içinde Kuzey Plajı ve Hain Tepe bölgesine gelen botlardan birinde, kahverengi saçlı, mavi gözlü, 22 yaşında irice bir Anzak askeri karaya adımını attı. 3.Sahra Ambulans Birliği’nden Er John Simpson Kirkpatrick. Ya da arkadaşlarının dediği gibi namı diğer “Jack”. İlk seferde kendisi gibi sıhhiyeden üç arkadaşı bottan atladıkları gibi yere yığıldılar. Bu yoğun ateşe rağmen şanslıydı. Sağsalim karaya ulaşmıştı.

İşte bu namzet Avustralya’nın milli kahramanıdır. Er John Simpson, sıhhiyeci. Gelibolu yarımadası Anzak Koyu’nun güneyinde Küçük Arıburnu bölgesindeki Hell Spit (Cehennem Burnu) mezarlığındaki mezar taşında 19 Mayıs 1915’de öldüğü yazılıdır. Yani sadece Gelibolu’da 25 gün geçirmişti. Ve bununla birlikte aynı mezar taşında şöyle bir ifadede yer alır “He gave his life that others may live” açıklayacak olursak şöyle deniliyor, “başkalarının hayatı için kendi hayatını feda etti”. Ne kadar da anlamlı bir söz öbeği değil mi?

Peki Avustralya için bu kadar önemli olması, bu kadar ünlü ve kahraman birisi olarak karşımıza çıkıyor olması neden kaynaklanıyordu? Sorunun cevabı şöyle : Karaya çıktıktan hemen sonra sahilde ve özellikle Hain Tepe bölgesine tırmanan Anzak askerleri arasında yaralı sayısı fazlalaştı. Sahilden biraz yukarıda, tepelerde bulunan yaralı askerlere müdahale edip bu yaralıların acilen sahile taşınması hayati önem taşımaktaydı. Anzak Kolordusu plajdaki küçük alanda sıkışıp kalmış, bütün malzemeler, tıbbi, sıhhi araç ve gereçler ameliyat çadırları plajda bulunuyordu. Yukarılardan sahile sedye ile yaralı taşımak, hem bu sarp arazide çok zordu hem de yoğun Türk ateşinden de sıyrılmayı gerektiriyordu.

İşte böyle bir zamanda sıhhiyeci kahraman er namı diğer Jack’in aklına bir fikir geldi. Karaya çıkarılmış ve plajın bir köşesinde otlayan bir eşek gördü. Sonradan askerler bu eşeğe bir çok isim taksalarda genel olarak “Duffy” diye çağırmaya başladılar. Sıhhiye eri Jack, Duffy ile birlikte, o sarp tepelerden yoğun Türk ateşine aldırmayarak, yukarılarda yaralanmış askerleri eşeğine bindirerek plaja kadar taşıyordu. Sadece yaralıları değil, su sıkıntısının da hat safhada olduğu cephede eşeğiyle birlikte su taşıma görevinide üstleniyordu. Defalarca ölüm tehlikesi atlatmış, Türk siperlerine yakın geçişi askerlerde ayrı bir hayranlık uyandırmıştı. Eşekli adam adıyla efsaneleşmişti. Gelibolu’da 25 gün gibi kısa görevi süresince üç yüze yakın adamın hayatını kurtarmış ve tepelerde yaralı kalmış askerlere ilk müdahalelerini yaparak aşağıya kadar Duffy’nin üstünde taşımıştı.

Yine böyle yaralı almak için dolaştığı 19 Mayıs 1915 günü Küçük Arıburnu bölgesinde bir makineli tüfek ateşi sonrasında hayatını kaybetti. Ve böylece Avustralya’lıların önemli milli kahramanları arasına girmiş oldu. Canberra’daki savaş müzesinde eşeği Duffy ile birlikte yaralı bir askeri taşırken tasvir edilen heykeli sergilenmektedir.

İşte sahiplenme ve vefa ruhu. Bence bunun yeni bir ülke oluşumuyla ya da bu yeni ülkede bir ulusçuluk yaratılmaya çalışılıyor olmasıyla bir ilgisi yok, mantaliteyle ve insan hayatına verilen önemle ilgisi var. Keşke bizde de savaşlarda, bu ve bunun gibi yararlılıklar göstermiş kahramanlarımıza Avustralyalılar kadar sahip çıksak ve unutmasak. Peki ne diyelim şimdi, bence en güzeli Mehmet Akif dizelerinde :

“ Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın? "Gömelim gel seni tarihe!" desem, sığmazsın. Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber, Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber. “

Bütün şehidlerimizin ruhu şad olsun.

Serkan KASALAR